EkonomiGündem

AR-GE harcamalarında ne durumdayız?

İYİ Parti Ankara Milletvekili Ayhan Altıntaş Türkiye’nin AR-GE çalışmaları konusunda çok tartışılacak bilgiler verdi. Altıntaş ”Kanun teklifinin görüşüldüğü Komisyon raporunda belirtildiği üzere, 2001 tarihli ve 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’yla yasal altyapıya kavuşan teknoloji geliştirme bölgeleri üniversiteleri, araştırmacıları ve iş dünyasını bir araya getirmek suretiyle teknoloji üretimine ve ürünlerin ticarileşmesine olanak vermektedir. Adı geçen kanunla, 2001 yılından günümüze kadar geçen sürede toplam 85 adet teknoloji geliştirme bölgesi kurulmuş ve bunların 71’i çalışmalarını sürdürmekte olup diğerleri ise yapılaşmalarını tamamlama aşamasındadır. Ağustos 2021 itibarıyla faaliyette olan teknokentlerde AR-GE çalışmalarını yürüten firma sayısı 5.920’ye ulaşmış ve adı geçen merkezlerde istihdam edilen personel sayısı da 60.750 kişiye ulaşmıştır. Söz konusu bölgelerde tamamlanan AR-GE projesi sayısı 36.963, yürütülen AR-GE projesi 10.208 adet olup bu merkezlerde toplam 317 yabancı veya yabancı ortaklı firma yer almaktadır. Bu sayılara bakınca dünyada teknolojide çok ilerlerde olmamız gerektiği izlenimi oluşuyor, gerçekte öyle mi? Rakamlara bakınca durumun aslında demin bahsettiğim rakamlarda göründüğü gibi pek iç açıcı olduğunu söyleyemiyoruz. Kesinlikle başarıları küçümsemiyorum, bunlar yapılmasa durumumuz çok daha vahim olacaktı ama arkadaşlar, bu sayılar hep girdileri söylüyor, bizim amacımız çıktılar olmalı. Yani teknoloji ihracatımız ne durumda, dünyada tanınan kaç teknoloji firmamız var, diğer ülkelerden daha iyi yaptığımız hangi ürünler var? Örneğin Covid-19 aşısı geliştirmede ilk 5 ülke arasına girebildik mi? Bu gibi soruların cevaplarını bulmamız lazım. Başarılarımızı küçümsemeyelim ama sadece girdilerle övünmeyelim. Diğer ülkelerle karşılaştırmada durumumuz nerede ona bakalım. Birazdan o karşılaştırmaları vereceğim.

Yine komisyon raporunda teklifin amacı şöyle açıklanıyor: Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’yle AR-GE insan kaynağı kapasitesini artırma, teknoloji ve yenilikçi şirketlerin ortaya çıkışını ve gelişimini destekleme, üniversite-sanayi iş birliğini geliştirme ve kurumsallaştırmayla AR-GE ve yenilik ekosistemini güçlendirme amaçlanmaktadır. Kısacası teknolojik AR-GE ve yenilik temelli ürün geliştirmede yeterli düzeyde olmadığımız zımnen kabul ediliyor.

Teklifte teknoparklarla ilgili olarak birçok değişiklik öngörülüyor. Örneğin, vergi ve diğer avantajların 2028 tarihine kadar uzatılması, vergi avantajlarının artırılması, teknopark başvurusunu değerlendiren kuruluşun yapısında değişiklik yapılması, yönetici şirkete ait esas sözleşmede yapılacak değişiklikler için Bakanlıktan onay alınması -ki aslında resmî olmasa da şu anda prosedürün öyle olduğunu öğrendim-, teknopark bölgeleri dışında da kuluçka merkezlerinin kurulması, teknopark firmalarına sağlanan AR-GE personeli desteğinin iki yıl boyunca TTO, kuluçka merkezi ve kuluçka firmalarına da sağlanması, Bakanlık desteğinin inşaat kalemleriyle birlikte makine, ekipman ve yazılım alımları için de sağlanması, firmalara doktora öğrencisi istihdamı ve stajyer alımları için Bakanlık bütçesiyle mali destek sağlanması, şirket ve firmaların ruhsatlarının Bakanlık il müdürlüklerince verilmesi, AR-GE faaliyetlerine devam etmeyen firmaların tahliye süreciyle ilgili hususlar, AR-GE personelinin bölge dışında süre geçirebilmesi için zorunlu olan bir yıl çalışma şartının kaldırılması, ayrıca 5746 sayılı Kanun kapsamında AR-GE veya tasarım merkezlerinde doktora mezunu personelin üniversitelerde, AR-GE ve yenilik alanında ders vermesi, mentorluk yapması, bu dersler için de vergi avantajlarının devam etmesi gibi iyileştirmeler öngörülmektedir.

Bu değişikliklerin hepsini mevcut yasaya göre daha iyi bir durum olarak yani olumlu olarak değerlendiriyoruz. Ancak her yasada olduğu gibi mali konularda, vergi muafiyet oranlarının değiştirilmesi konusunda, Cumhurbaşkanına yetki verilmesi yanlıştır, hep yapıyorsunuz ama yanlıştır. Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır ama millî egemenliği temsil etmez, cumhuriyetlerde egemenlik milletindir, kimseye devredilmez. Biz Cumhurbaşkanına ancak uygulama ve yürütme yetkisi verebiliriz.

“AR-GE harcamalarında ne durumdayız?” sorusuyla başlayalım. Gayrisafi yurt içi hasılanın AR-GE’ye ayrılan payında OECD’ye üye ülkeler arasında en sonlardayız. Bu yıl için 129 devlet üniversitesine yaklaşık 5 milyar dolar bütçeden para ayırdık. 25 bin öğrencisi olan Harvard Üniversitesinin bütçesi de 5 milyar dolar yani 129 devlet üniversitesinin bütçesi kadar. Doğal ki üniversitelere ayrılan mevcut bütçeden ciddi bir araştırma desteği çıkmayacaktır.

Teknoparklara teşvik veriyoruz ama ihracatta yüksek teknolojili ürün oranımız sürekli azalıyor. OECD raporuna göre, elektronik, bilgisayar ve optik alanında on bin de 13 olan 2012 yılı oranı, 2015 yılında on binde 11’e, 2018 yılında da on binde 9’a düşmüş. “İhracatımız çok arttı, o yüzden oran düştü.” diyebilirsiniz “İhracatımız diğer yüksek teknolojilerde arttı.” diyebilirsiniz, başka şeyler de söyleyebilirsiniz ama şunu da söyleyin: “Kore’de bu oran yüzde 7.” yani bizim 70 katımız. Bence esas sorun AR-GE’nin ötesine geçemeyişimiz, ürün odaklı çalışmayı bilemeyişimiz. Bir AR-GE çalışmasını ürün hâline getirip pazarlamak farklı bir konu, bu konuda uzmanımız yok, biz fikirden prototipe geliyoruz ama daha sonrasında yokuz.

Teknoparkların faydası olmadı mı? Tabii ki, insan yetiştirmede çok faydası oldu, buralarda yetişen pek çok genç mühendis yurt dışında işler buldular dolayısıyla gelişmiş ülkelere eleman sağlamada katkımız olmuştur ama bize ne sağladı ona bakmamız lazım. Mevcut teknoparklar iyi çalışıyor mu, altyapıları nasıl? Cevabını biliyor muyuz? Bir örnek vereyim: Ankara Gölbaşı’nda, Gazi Teknoparkında sürekli elektrik kesiliyor, Ankara’da böyleyse diğer illerin durumu daha iyi olmasa gerek. Gazi Teknopark Gölbaşında ama Gazi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maltepe’de; aralarında bir saatlik yol var. Bizce teknoparkı olan tüm üniversitelerin içi teknopark statüsünde olsun. Firmalar, üniversite binalarının arasında yer alsınlar, bu sayede üniversite ve sanayi iç içe yaşasınlar. Şu anda teknoparklar üniversiteleri gayrimenkul yatırımcısı yaptı. Devlet destek veriyor, üniversite “Teknopark binası yapayım, firmalar gelsin, metrekareye 15-25 dolar arası kira versinler, üniversiteye gelir olsun.” diye de bakıyor. Kısacası, devletin teşvik ve desteğinden üniversite de gelir elde etmiş oluyor.

“Siz olsaydınız teklifi nasıl hazırlardınız?” sorusunu sorabilirsiniz. Onun yolunu da söyleyeyim; olaya geniş bir açıdan bakmalıyız. Öncelikle “Mevcut teknoparklarda durum nedir?”, “Kazancımız, kaybımız ne olmuştur?”, “Teknoparklar teknoloji ihracatımızın artmasına nasıl katkıda bulunmuştur?” gibi sorulara cevap vererek teklif hazırlanmalıydı diye düşünüyorum. Bu teklifin hangi sorunlara, hangi ölçüde çözüm getireceğini tartışmamız lazımdı yani detaylı bir etki analizi yapmalıydık. Belki bu yapıldı ama bizim haberimiz olmadı. Bürokratlarla sıkı fıkı çalışan milletvekili arkadaşlarımız belki biliyorlardır ama bize bildirme ihtiyacını hissetmediler. Bürokrasiyle iktidar milletvekillerinin birlikte olmaları normal demokrasilerde hoş karşılanmaz.

“Ülke olarak, teknolojik altyapımız ve üstyapımız nelerdir; kuvvetli ve zayıf yönlerimiz nelerdir; önümüzdeki fırsatlar ve tehditler nelerdir?” sorularına cevap arardık, bu cevapları da çok geniş bir paydaş katılımıyla yapardık.

Teknolojik gelişme açısından sahip olduğumuz en kuvvetli kaynak, genç nüfusumuzdur. Bu nüfusun var olması tek başına yetmez, o gençlere iyi bir eğitim de vermemiz lazım. Bu eğitimi de kendi bildiğimiz şekliyle değil, moda tabirlerle “Y kuşağı, Z kuşağı” gibi kuşakların tercih ettiği şekliyle vermemiz gerekir. Hazreti Ali’nin bin dört yüz sene evvel söylediği bir tanımlama var: “Anne babalar, çocuklarını kendi yetiştikleri çağa göre değil, çocuklarının yaşayacağı çağa göre yetiştirsinler.” Eğitim sistemimizin yeni kuşağın paradigmasına uygun bir eğitim düzeninden geçmesi gerekiyor. Öğretmenlerin de bu yeni sisteme ayak uydurabilecek, yenilik ve inovasyon eğitimi verebilecek, açık fikirleri destekleyebilecek, özgür ve eleştirel düşünmeye teşvik edici olmalarını sağlamalıyız. Daron Acemoğlu ve James Robinson’un ifade ettikleri gibi “Hür düşüncenin yaygın olduğu toplumlar daha çok gelişiyorlar.”

Katma değeri çok yüksek, sermaye yatırımı az, insan yatırımı çok olan teknolojik AR-GE sektöründe genç nüfusumuz nedeniyle ülkemiz için önemli bir fırsat vardır. Bu fırsatı avantaja dönüştürmek için yapılacak adımların doğru atılması önemlidir. Bu adımlar atılmadan önce ülkemizin bu sektördeki ve bu sektörü yakından besleyen bilim, teknoloji ve AR-GE politikalarıyla ilgili mevcut durumunu ortaya koymak gerekmektedir.

Ülkemizin sahip olduğu genç insan kaynağı yanında iyi üniversitelere sahip olması, dünyanın pek çok ülkesinde yer edinmiş beyin gücüne sahip olması, dünyayı takip ve entegre etme konusunda toplumsal duyarlılık ve istekli olunması en kuvvetli itici güç olarak kullanılabilecektir ama maalesef biz hâlâ en iyi üniversitelerimize yandaş rektör atamayla uğraşıyoruz. Sonuçta ne oluyor? Her yıl beyin göçüyle ülkemizin nitelikli gençlerini kaybediyoruz. Ekonomik, ahlaki ve siyasi ortamı iyileştirmediğimiz sürece, liyakat yerine sadakate baktığımız sürece, iyi yetiştirdiğimiz gençlerimiz geleceklerini yurt dışında aramaya devam edeceklerdir. İşsizliğin yüksek olduğu, özellikle genç işsizliğin cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırdığı bu dönemde gençlerin önünü açamazsak, sadece ekonomik kayıplara değil, gençliğin sosyal ve psikolojik bunalımlara girmelerine de sebep olabiliriz. Bu da Türkiye’yi, geleceğini tehdit edecek bir sonuca götürebilecektir.
Kısacası, teknolojik dönüşüm için genç nüfus olması faydalı, hatta gereklidir. Ancak, eğitilmemiş ve yetkinlik kazanamamış genç nüfus daha çok problemlere yol açabilecektir. Gençlerimize ülkelerinde kendi yeteneklerine uygun işler ve bu yetenekleri en iyi şekilde değerlendirebilecekleri bir sektör yapısı sunmak bizim sorumluluğumuzdadır.

Teknolojinin temelinde bilim ve bilimsel bilgi vardır. Bu nedenle ortaöğretimden başlanarak bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik konularında eğitimin nitelikli olmasını sağlamak; öğrencilerin, dünyanın iklim değişikliği, çevre sorunları, kuraklık, kalabalık şehirler, dijital güvenlik, sürdürülebilir kalkınma ve enerji gibi ortak sorunlarına ilgilerini uyandırmak gerekmektedir. Okul öncesinden başlayarak, eğitim sistemi, problem odaklı, yeni fikir üretmeye açık, kendi kendine öğrenmeyi esas alan bir sisteme dönüştürülmelidir. Sınav odaklı eğitim sisteminden derhâl vazgeçilmeli, her öğrencinin en kuvvetli yanlarının ortaya çıkarılarak en verimli olabilecekleri mesleklere yönlendirilmesi sağlanmalıdır.

Üniversiteler, teorik eğitimlerin yanı sıra pratik ve saha tecrübesini de kazandıracak şekilde eğitimlerini yeniden düzenlemelidir. Üniversite bölüm ve kontenjanları, sektörlerin ve ülkenin ihtiyaçlarına göre belirlenmeli, gençlerin uzun eğitimlerinin ardından istihdam sorunu yaşaması, kendilerine ve ailelerine zaman kaybı ve ekonomik kayıp yaşatmasıyla sonuçlanan diplomalı genç işsiz sorunu böylelikle çözülmelidir. Saha tecrübesi için devlet, sektör ve üniversiteler arasında iş birliği sağlanmalı, bu sayede gençlerin istihdam şansını artırırken sektörlerin de ihtiyaç duyduğu nitelikli eleman ihtiyacı karşılanmalıdır. Dünyada, üçüncü nesil üniversite, iki hafta çalışılan bir hafta eğitim görülen iş okulu modelleri gibi yeni üniversite modelleri yakinen takip edilmeli, sektör-üniversite ilişkisinin geliştirilmesi yalnızca üniversitelerin inisiyatifine bırakılmamalıdır. Üniversitelerin bu yeni stratejisi oluşturulurken paydaşlar arasında sanayiciler ve işverenler de mutlaka yer almalıdır. Bu bağlamda, üniversiteler, mezunlarının iş bulma imkânlarıyla değerlendirilmeli, her üniversite ve bölümün kalite güvence sistemi oluşturulmalıdır. YÖK, bölümlerin açılmasında, kontenjanların belirlenmesinde, eğitimin verilmesinde, sanayi iş birliğinin oluşturulmasında program etkinliğinin değerlendirilmesinde ve mezunların takip edilmesinde tüm paydaşların görüşlerini dikkate alan koordinatör bir rol oynamalıdır.

Konuşmamın bu kısmında, dünya genelinde devletlerin bilim için nasıl bir finansman sağladıkları ve bu alanda ülkemizin bulunduğu konumu kıyaslamak istiyorum. Öncelikle, Amerika, Avrupa ve Japonya ekseninde tüm dünyadaki AR-GE yatırımlarının yüzde 80’inin yapıldığını görüyoruz. Çin ise yaklaşık yüzde 8’lik bir paya sahip. Biz ise nüfusa oranla araştırmacı sayısında Fransa’nın yüzde 40’ını, diğer gelişmiş ülkelerin ise yüzde 35’ten azını yakalayabiliyoruz. Tabii ki sadece nicelik artırmakla sorunu çözmek mümkün değil, araştırmacı niteliğinin de değerlendirilmesi gerekir. Ancak nitelikten taviz vermeden araştırmacı sayısının artırılmasının yollarını bulmalıyız; sanayide de doktoralı öğrencilerin ve mezunların çalıştırılmasını teşvik etmeliyiz. Öncelikli olarak, 1 milyon nüfustaki araştırmacı sayısının 5 bin seviyelerine çıkarılmasını hedeflemeliyiz.

Gayrisafi yurt içi hasıladan AR-GE’ye ayrılan payın en yüksek olduğu ilk 15 ülkeye baktığımızda, ortalama AR-GE harcamalarının yüzde 3’lerde olduğunu görmekteyiz; bizde ise bu rakam yüzde 1 civarında. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin AR-GE harcamaları dikkatlice incelendiğinde, bu harcamaların üçte 2’sinin özel sektör tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Türkiye’nin AR-GE yoğunluğu oranının yüzde 3’e ulaşabilmesi için özel sektörün AR-GE harcamalarının önemli bir miktarda artırılması gerekecektir. Bu teklifin bu amaca hizmet etmesini bekliyoruz.

1980’li yıllarda Türkiye’nin gerisinde olan Güney Kore Samsung, LG, Hyundai, KIA markaları ve yüksek teknolojiye dayalı ihracatı sayesinde ekonomisini büyütmeyi başardı. Bugün Kore, ihracatının yüzde 30’unu yüksek teknolojili ürünlerden sağlıyor. Türkiye’nin ihracatı içinde ileri teknolojili ürünlerin payı ise yüzde 4 civarındadır. 2016 yılında 104 milyon ton ihracat yapan Türkiye’nin ihracatının kilogram fiyatı 1,37 dolardır. 2023 yılı ihracat hedefine ulaşmak için ihracatımızın kilogram fiyatını 3 dolara çıkarmamız gerekir. Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtularak 500 milyar dolarlık ihracata ulaşması ancak yüksek katma değerli ürünler geliştirmekle mümkün olacaktır. Yüksek teknolojide söz sahibi olmak, uzun soluklu bir iş ama başarılamayacak bir hedef de değildir. Tek yapmamız gereken, buna uygun bir strateji ve ekosistemi oluşturmaktır.

Son olarak, ilgili olduğum bilişim teknolojilerinde yapılması gerekli altyapıdan kısaca bahsetmek istiyorum. Bilişim teknolojilerinde ihtiyaç duyulan en acil altyapı yatırımı fiber altyapının geliştirilmesidir. Örneğin, Güney Kore ile kıyaslandığında Türkiye’nin sahip olması gereken fiber uzunluğunun 4,5 milyon kilometre, Portekiz ile kıyaslandığında ise 7,5 milyon kilometre olduğu hesaplanmaktadır. Yaklaşık 400 bin kilometre olan mevcut fiber altyapımız, 3,3 milyon kilometre ilave fiber altyapısı yatırımı ile dünya standartlarına yükseltilmelidir. Bu arada, Meclisimizdeki internet hızının da çok yavaş olduğunu belirtmek isterim.
2005’ten bu yana bilişim ile alakalı alanlardaki uluslararası değerlendirmelere göre pek ilerleme kaydedemedik.

Şebeke kalite sıralamasında dünya genelinde 51’inci, politika ve regülasyonlarında dünya genelinde 73’üncü sıradayız. Ülkemiz bilgi ve iletişim teknolojileri pazar büyüklüğünün dolar karşılığı incelendiğinde, son yıllarda pazarın yüzde 14’ten fazla küçüldüğü görülmektedir. TÜRK TELEKOM ve Turkcell’in piyasa değerleri son beş yılda üçte 1’ine düşmüştür, burada TL’nin değer kaybının yanında kötü yönetiminde de sorumluluğu vardır.

Sonuç olarak, bu teklifin teknolojik girişim, AR-GE ve yenilik temelli üretim için iyi niyetle hazırlandığını ama yetersiz ve acele hazırlandığını düşünüyoruz. Örneğin, Teknopark firmalarına sağlanan desteklerin aynısının AR-GE ve tasarım merkezlerine de sağlanması iyi olurdu. Bu sayede, + teknoloji geliştirme bölgelerinde faaliyet gösteren şirketlerin büyüyüp mezun olarak büyüme yönlü stratejileri desteklenmiş olacaktı. Türkiye’nin ihtiyacı olan sadece girişimciliği desteklemek değil, girişimcilerin büyütülerek birer global şirket olmalarını sağlayacak altyapıyı da oluşturmaktır” dedi.