Christoph Daum, yazdığı kitapta Türkiye’ye geniş yer verdi.

Toplam 5 sezon Türkiye'de teknik direktörlük yapan Christoph Daum, hayatını anlattığı kitapta Türkiye'ye geniş yer ayırdı.

Türkiye’de ikişer sezon Beşiktaş ve Fenerbahçe’yi çalıştıran ve bir sezon da Bursaspor’da görev alan Christoph Daum hayatını kitaba aldı. Kitapta beş sezon görev yaptığı Türkiye’ye geniş yer ayırdı.

Daum 314 sayfalık “Hep sınırda… Yükselişim, düşüşüm… Hayatımın bütün öyküsü” isimli kitabını, antrenörlük hayatı boyunca tuttuğu notları anlatarak yazdırdı. Alman teknik adamın anlatımlarını ise gazeteci Nils Bastek kitaba döktü.

Bundesliga’ya giden yol ve lisanla başlayan kitapta Fenerbahçe dönemiyle ilgili çarpıcı detaylar da yer aldı.

Özellikle o dönem kulüp başkanı olan Aziz Yıldırım’dan çok etkilendiğini ve kararlı duruşunun büyük iz bıraktığını belirten Daum, ilk Fenerbahçe macerasının nasıl başladığını anlatıyor:

“2003 yılında Fenerbahçe, ‘Bize gel’ diye bana sürekli baskı yapmaya başladı. Benim ise tek şartım, bir dönem önce Avusturya’da kamp yaptıkları otelin parasının ödenmemiş olmasıydı. Otelin sahibi arkadaşımdı. Aslında Fenerbahçe parayı ödemiş ama organizatör otele ödememişti. Aziz Yıldırım, buna çok şaşırdı, neden beni ilgilendirdiğini sordu. Arkadaşım olduğunu, oteli tamir ettirdiğini anlattım. Aziz Yıldırım bir adam gönderip otelin parasının büyük bir bölümünü yeniden ödedi. Türkiye’de yine çok iyi karşılandım. Türk dostlarımla onların bayramlarını birlikte kutladık. Beşiktaş’tayken yaptığım insani yardımları bile unutmamışlardı. Aslında bir büyük kulüpten diğerine geçmekle, fazla yapılmayanı yaptım. Ama tepkiler çok azdı. Beni kendilerinden biri gibi gördüler. Milli Marşı da ezberledim, birlikte söylüyordum. Fenerbahçe önüme kırmızı halı serdi.”

“Her Pazartesi rapor için Aziz Yıldırım’la buluşmak zorundaydım. Bürosu kupalar ve diğer ödüllerle, kazanılmış her türlü madalya ile doluydu. Öyle ki, yerler bile dolmuştu, dolaplara yer kalmamıştı. Bazen sadece bir oyuncuya ya da bir oyuna yaklaşık 1.5 saat boyunca kızardı. Benim için artık rutine binmişti. Türkiye’de teknik direktörlerin aşırı derecede baskı altında tutulduğunu ve konuyla ilgili olmayan alanlarda bile başka ülkelerden farklı olarak eleştirildiğini biliyordum. Türkiye’de teknik direktör olarak bir yıl çalışmak, başka bir yerde 7 yıl çalışmaya bedeldir. Bunu göze almayan oraya hiç gitmesin. Çoğunlukla pencereyi açardım.”

TÜRKİYE BİR DÖNÜM NOKTASIYDI

Ardından yeniden Almanya ve FC Köln macerasına geçen Daum, ikinci Fenerbahçe dönemine dek o bölümleri anlatıyor. Bu bölümün başı ise çok ilginç… Daum, “Türkiye olmasaydı, ölmüştüm… Ölüden bile daha ölü olurdum. Fenerbahçe ile gelen şampiyonluklar, Fener seyircisinin desteği, hayatımın kariyerinin bir dönüm noktası, bana yeniden hayat veren bir nokta oldu. Türkiye sayesinde yeniden başarılı bir teknik direktör olarak görülmeye başladım” diyor…

2009’da Aziz Yıldırım’ın kardeşi Ali Yıldırım tarafından yeniden Fenerbahçe’ye çağrıldığını belirten Christoph Daum, İstanbul’a geldiğinde Aziz Yıldırım’ın kendisine günlük işlerden çekileceğini anlattığını ve Aykut Kocamın Sportif Direktör olduğunu söylediğini belirtti.

Daum, “Aykut, Fenerbahçe’de bir efsaneydi. Beni iyi karşıladı. İlk intibam pozitifti. Sonradan anladım ki, bana karşı hiç de şeffaf değildi. Görünen yüzünün arkasında başka şeyler var, şüphesi uyandırmaya başladı.”

‘KOCAMAN’IN ÖLDÜREN BAKIŞLARI!’

“Alex de Souza’yı takımda görünce mutlu oldum. Daha önce onu istiyordum. 2009’daki bu sezon başlangıcına, Brezilya’daki noter ve resmi işleri nedeniyle biraz geç geleceğini söyledi. Ben de izin verdim. Bu sırada Aykut buna onay vermeyeceklerini söyledi. Aziz Yıldırım ise Sportif Direktörü’nün bu davranışından memnundu. Diplomatik çözüm aradım ve Alex’in sezonluk izninden iki gün kesebileceğimizi belirttim. Aykut para cezasında ısrar etti. Futbolcumun arkasında durmalıydım. Çok istiyorlarsa, para cezasını ödeyebileceğimi belirttim. İşte o zaman Aykut’un yüzündeki o dostane gülüş ilk kez kayboldu. Eğer bakışlarla bir insan öldürülebilir olsaydı, o an ben ölmüş olabilirdim. O zaman ikimizin bir arada olamayacağını anladım. Ben bir insanla ilgili bir kararın nasıl anında verildiğini, benimle ilgili nasıl bir yargıya varıldığını o an, o ifadeyle anladım.”

EMRE: AYKUT, SEN OLSAN KAZANIRDIK!

“Zor zamanlardı. Aykut bana zamk gibi yapışmıştı. Yaptığım her şeye bakıyor, yorumluyordu. Bu durum, bazı futbolcular onun iyi arkadaşı olduğu için işimizi hiç de daha iyi yapmıyordu. Emre Belözoğlu, Türkiye’de yıldız bir futbolcu. Onunla iyi anlaşıyordum, çünkü bazı şeyleri doğru değerlendiriyordu ve çok az kızdırıyordu. Sonbaharın sonuna doğru Aykut’un, başka oyunlar çevirdiğini fark etmeye başladım. Beşiktaş derbisini 3-0 kaybettik. Ardından idam cezası geldi. Emre yedek kulübesinde sinir krizi geçiriyordu. Kaybetmenin sinirine bağlamıştım önce. Ancak bağırıp çağırmayı bırakmadı ve bakışları sürekli Aykut’u arıyordu. Sonra tercümanım bana, Aykut’a,”Aykut, takımı sen devralmalısın. Seninle kaybetmezdik” dediğini söyledi. Aykut buna cevap vermedi. Ertesi gün kendisiyle konuşmak istedim, böyle bir şey olmadığını söyleyip omzunu silkti.”

Böyle bir durumda ve güvensizliğin yeşerdiği yerde artık mantıklı çalışma olamayacağını göründüğünü belirten Daum, “Böyle durumlarda kolay pes eden değilim ama Aykut’la çok başkaydı. Başkan da sürekli onu koruyordu. Ayrılmak istedim ama eşim bırakmadı. Zehirlenen atmosfere rağmen şampiyonluğa yürüyorduk ve son maçımız Trabzonspor’laydı.”

O maçta 1-1’lik beraberlikten sonra topun bir türlü kaleye girmediğini, direklerin Trabzon engelini aşmalarına engel olduğunu belirten Daum, bir ara “Yanlışlıkla Beşiktaş’ın Bursa’yı yendiğinin anons edilmesi ile statta sevinç yumağı oluşmasını” anlayamadığını, olanların daha sonra farkına vardığını anlattı. Beşiktaş ile Bursaspor berabere kalınca, Trabzonspor’u yenemeyen Fenerbahçe yine şampiyonluktan olmuştu.

“ŞAMPİYON DEĞİLSEN YOKSUN!”

Daum, “O maçta hakem son düdüğü çalınca, benim için de artık son olduğunu anlamıştım. Seyirci de yoğun protestolar yapıyordu. Kıl payı kaçırmıştık ama Türkiye’de bir tek şampiyonluk sayılıyor. Türkiye’de ikinci olan, kaybedenlerin 1.’si sayılıyor. Aziz, soyunma odasına gelip bana ‘Sorumlu sensin’ diye bağırdı. Bir bana elini kaldırıp vurmadığı eksikti. Antrenörlük hayatında en kötü şeylerden biri ‘kaybeden’ olmaktır. Türkiye’de bu daha vahşi yaşanıyor, bunu biliyordum. 2005’te de Galatasaray bizi Ribery ile ezip geçmişti. Tüm yönetim soyunma odasına gelip bir sürü şeyler söyledi. ‘Rezillik’, ‘onur- şeref’ gibi kelimeler kullanıldı. Aslında kaybedince, oynamasan bile her yerin ağrıyor. Kemiklerin, karnın, göğsün, başın. Adeta ruh gibi oluyor insan, yer yarılsa da içine girsem istersin. Çünkü kaybedenin savunulacak bir yanı olmuyor. Bırakmam için ellerinden geleni yaptılar. Beni izinden bile geri çağırdılar. Mide bulandırıcı oyunlar oynandı. Daha sonra bir yönetici Almanya’ya geldi ve orada alacaklarımın yarısından vazgeçerek ayrıldım.”

Exit mobile version